27 Eylül 2006

Entegre Kampanyalar Devri

Dünya ekonomisinin yakın zamanda yavaşlamaya veya soğumaya başlayacağına yönelik endişeler gün geçtikçe daha da artmakta ve bu yöndeki beklentiler her geçen gün kuvvetlenmektedir. Dünya piyasası içerisindeki gelişmelere karşı ekonomisi en hassas ülkelerden biri olan Türkiye’nin bu gelişmeler karşında etkilenmemesi kaçınılmaz ve nasıl, ne kadar etkileneceğini de tahmin etmek zor, bekleyip göreceğiz. Diğer taraftan ülkemizin gündeminde olan seçim, AB görüşmeleri vs. bütün bu gelişmelere eklendiğinde, ekonomimiz de sorunların çıkacağı kaçınılmaz olacaktır. Bu işin ekonomi kısmını bir kenara bırakalım ve bu gibi dönemlere şirketler açısından bakalım.
Böyle dönemlerin şirketler üzerindeki en büyük etkisi tüketimin azalmasıdır. Gelirleri azalan şirketlerin ilk yaptıkları icraat ise en kolay yol olan giderlerin kısılmasıdır. Geçtiğimiz kriz döneminde, krizin fırsata dönüştürülmesi için reklam verilmesi gerektiğini, reklam gelirleri azalan medyamız ortaya atmış ve bunu bir kampanya haline dönüştürmüştü. Şurası da bir gerçektir ki o dönemde medya kendisini çok iyi bir biçimde pazarlamıştır. Medya’nın stratejisinin doğru ve başarılıydı. Ancak kriz döneminde reklam verenler için aynı şey geçerli oldu mu acaba. Bu konuda kesin bir veriye sahip değilim fakat sonuçların çok başarılı olduğunu düşünmüyorum. Kriz zamanında kaç marka doğmuş ki veya bu zamanda kaç tane başarı öyküleri yazılmış. Herkes post, can derdinde.
İşte bu gibi dönemler için benim naçizane önerim Entegre Kampanyaların yapılması. Asıl ve esas fırsatın bu olduğunu düşünüyorum. Bu kampanyalar bardak, tabak, çanta, puan, bonus vs. verme gibi basit bir şey değil.Ne midir benim düşündüğüm Entegre Kampanyalar.
Pazarlamanın, reklamın, satışın, iletişimin, insan kaynaklarının, internetin, teknolojinin, vs. bir çok dalın, konunun hem birbirlerini destekledikleri, hem de ana bir kampanyayı destekledikleri Entegre Kampanyalardan bahsediyorum. Şöyle bir örnek vereyim. Bir şemsiye düşünün ve bu şemsiye bizim oluşturduğumuz kampanyamız, şemsiyenin her bir teli ise bu şemsiyeyi tutacak bir dal. Tellerin arası ise bu dalların birbirine bağlandığı konular. Tüm bu konular ve dallar ise Entegre Kampanyayı oluşturacak. Parçaların toplamı kampanyayı oluşturacak. Ana hedefin altında her bir dalın alt hedeflerini belirleyerek farklı taktiklerle, farklı sosyal paydaşlara ulaşılmasına imkan veren Entegre Kampanyalar ile bütünleşik bir sinerji yaratmak mümkün olacaktır. Şimdilik kısaca bu kadar… Sanırım anlatabildim… Olmazsa şemsiyeyi düşünün…
Bu da benden bir öneri… Aklınızın bir kenarında bulunsun…

23 Ağustos 2006

Horozu çok olan köyün sabahı geç olur.

Bu atasözümüz pazarlamadaki, reklamdaki, iletişimdeki ve diğer birçok daldaki, meslekteki, sektördeki durumumuzu çok güzel bir biçimde anlatıyor. Bu sözün üzerine daha ne denilebilir ki. Her şey ortada…
Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre, Dünyaca ünlü pazarlama ve perakende gurusu Timothy Keiningham, 28 Eylül’de pazarlama konferansı Marketingist’in açılış konuşmasını yapmak üzere Türkiye’ye geliyormuş. Bu guru firmaların ’sadık müşteriler’den para kazanamayacağını savunuyor ve "Müşteri kárlılığını ve müşteriyi kárlı olmaktan alıkoyan sebepleri anlamadan, sadakatin kára dönüşmesi oldukça zordur" diyor ve şöyle devam ediyor “Her firma kendini sadık olarak niteleyecek birçok müşteriye sahiptir, fakat bu müşteriler kár getirmezler. Firma müşterilerinin büyük çoğunluğu para getirmez. Tipik bir oranla, müşterilerin yüzde 20’si kár getirir, yüzde 60’i kár ve zararı denkler, yüzde 20’si zarar ettirir ve bütün bu segmentlerdeki müşteriler firmaya bağlıdırlar. Sadakati kárlılığa dönüştürmek, kár ve zararı denkleyen müşterileri, kár getiren müşteri segmentine taşımak ve zarar getiren müşteriyi kár zarar denkleyen segmente taşımak için neler yapmak gerektiğini anlamayı getirir. Müşteri kárlılığını ve müşteriyi kárlı olmaktan alıkoyan sebepleri anlamadan, sadakatin kára dönüşmesi oldukça zordur.” Bu gurunun söylediklerini bilmeyeniniz, duymayanınız var mı? Türk şirketleri şimdiye kadar bu durumda hiçbir şey yapmadan bekleyip durdular mı sanki… Bazı gurular böyledir. Bize, bildiğimiz, yaptığımız şeylerin altını üstüne çevirip, birde güzel güzel ambalajlayıp sansasyon yaratarak sanki yepyeni bir şey sunuyormuşçasına satarlar. Ne yapalım devir böyle… Bir Türk atasözü ile yazıya başladık, bir Alman atasözü ile son verelim: “Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez”

22 Ağustos 2006

Gurur Duyulan Markalar/Şirketler...

Beğenilen bir şirket mi olmak istersiniz yoksa gurur duyulan mı? Gurur duyulan bir marka, şirket de ne demek şimdi diyebilirsiniz. Beğenmek ile gurur duymak arasındaki farkı düşünün. Bir kişi üzerinden yola çıkalım. İlk olarak çevrenizden beğendiğiniz bir kişiyi gözünüzün önüne getirin, daha sonra ise kendisi ile gurur duyduğunuz bir kişiyi ve ardından bu ikisini birbiri ile kıyaslayın… Capital dergisi her sene beğenilen şirketlerin araştırmasını yapar ve bunları açıklar. Sektörün en iyileri listelerin en üst sıralarındadırlar. Bundan dolayı sonuçlar pek şaşırtıcı değildir. Buradaki şirketleri düşündüğümde içlerinden benim beğendiklerim olur, beğenmediklerim olur ama beğendiğim şirketlerin arasında gurur duyduğum şirket çok az.
Beğenmek farklı bir şeydir, gurur duymak farklı bir şey…
Hangi firma istemez ki sosyal paydaşları tarafından gurur duyulan bir marka olmayı? Gurur duyulan bir firma veya marka olmak için yapmanız gereken beklentilerin üzerine çıkarak insanları şaşırtmak… Sadece bu kadar değil tabii ki… Ama en önemli kritik noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Gurur duyulan bir marka olursanız insanları gönlünü kazanırsınız beğenilmekle kalmaz takdir edilirsiz. Bu “gurur duyulan marka” konusu çok uzun ve kapsamlı bir konu. Ben burada sadece konuya kısa bir giriş yapmış olayım. Yazılacak, açıklanacak, örnek verilecek çok şey var… Bunu bir düşünün derim… Ben yolu açmış olayım… Gurur duyulan bir marka, şirket olmak şu anda ülkemizde konuşulmuyor, tartışılmıyor. Ben kısacık yazdım diye kimse bu konuyu da gündemine alacak da değildir. Kimse Emre yazmış, söylemiş de demeyecek. Ama inanıyorum ki yakın zamanda şu danışman bu guru yazacak, anlatacak, gündem yaratacak, ondan sonra şirketler “gurur duyulan marka” olmak için çalışmalara başlayacak. Capital dergisi de Türkiye’nin en beğenilen şirketleri araştırmasının yanında aynı zamanda Türkiye’nin gurur duyulan şirketleri, markaları araştırması da yapacak. Ben de o zaman çok bilmiş bir edayla “ben bunları kaç sene önce blog’uma yazmıştım” diyeceğim. Biraz kahinlik yapmışım gibi oldu ama neyse… O da lazım…

30 Temmuz 2006

BSH’in ultra pazarlama ve iletişim kazasının yer aldığı basın bülteninden inciler…

Sirkethaberleri.com’da yer alan basın bülteninin başlığı: “BSH, Gardırop Tipi Ultra Lüks Buzdolabını Türkiye’de Üretiyor, Amerikalılara Satıyor” İlk olarak ultra lüks buzdolabı nasıl oluyor diye kendime sormadan edemiyorum. Ne özelliği var ki bunun lüks değil hatta ultra lüks olmuş. Buzdolabına üzüm koyunca bana istediğim zaman istediğim ısıda şarap mı veriyor veya kendisi değişik biralar mı yapıyor. Yoksa her rafın, bölümün sıcaklığını isteğim gibi mi belirliyor. Buzdolabı değerli madenlerle mi kaplamış. Internet’ten veya sms ile komut verebiliyor muyum? Ne yazık ki bunların hiç birisi yok. Bu buzdolabını ultra lüks yapan sadece rafların istenilen seviyeye ayarlanabilmesi ve müşterilerin istedikleri aksesuarı seçebilmeleriymiş. Genel olarak tüm tüketicilerin tercih edeceği özellikler bunlar. Gelelim gardırop tipi olmasına. Benim bildiğim gardırop tipi buzdolabı, bildiğimiz buzdolabının iki tanesinin birleştirilmiş hali, dolayısıyla iç ve dış hacmi daha büyük. Kalabalık aileler, midesine düşkün olanlar, yiyecekleri stoklamak isteyenler için ideal bir ürün. Ne var ki bizim müteahhitlerin mimari anlayışları bu ürünü evlerimizde kullanmamıza pek olanak vermemekte. Kapısından soktuğunuz evin hazır mutfağı yoktur veya mutfağı dardır, mutfağı olan evin de kapısından sokamazsınız. Böyle bir durum yani. Ancak BSH buna da bir çözüm bulmuş ve yeni ürün, entegre yapısı sayesinde, kişisel tercihler doğrultusunda hemen her mekana yerleştirilebiliyormuş.
BSH’ın bu ürünü konumlandırmasını değerlendirelim. BSH yetkilileri, “Amerika'dan gelen yoğun talep, Türkiye ve Avrupa pazarlarına yönelik üretimimizi 2007 yılına ertelememize neden oldu.” diyor ve BSH İcra Kurulu Başkanı Norbert Klein’de, "Yeni ürün gamımızla Amerikan pazarının en üst gelir grubunu hedefledik. A+ olarak tanımlanan gruba hitap eden ürünümüz, pek çok yönden klasik çift kapılı buzdolaplarının geleneksel konseptinden farklılık gösteriyor.” diyor. Şimdi BSH’ın bu ürünü sizce sadece A+ grubuna hitap eden bir ürün müdür yoksa B-C-D-E olsun büyük bir buzdolabına ihtiyacı olabilecek her kesime hitap edecek bir ürün müdür? Bence bu ürün birçok farklı kesimden ailenin tercih edeceği bir ürün konumda. Sadece bir gruba hitap etse bile (A+) bunu ultra lüks şeklinde lanse etmesi ne kadar doğrudur? Böyle lanse edilerek oluşturulan algılama diğer gruplar üzerinde olumsuz etki yaratmaz mı? Diğer gruplar oluşan böyle bir algı sonucu bu ürünü hiç araştırmadan veya sormadan doğrudan farklı markalara yönelmezler mi? Ben burada BSH’ın ürünü konumlandırmasının ve bunu ifade biçiminin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ürünü konumlandırması neyse BSH’ın bir bildiği vardır belki ama İcra Kurulu Başkanı’nın açıklamasını ve basın bülteninin başlığını hata olarak değerlendiriyorum. Konumlandırma konusunda son olarak şunu söyleyeyim. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası vb. dayanıklı tüketim malları belirli bir grubu hedeflese de, tüm gruplara hitap eder, etmelidir. Sonuçta herkesin bu ürünlere ihtiyacı var ve birini kullanıyor ve kullanacak.
BSH’ın basın bültenine kaldığımız yerden devam edelim. Bültenin başlığına geri dönelim ve şunu soralım. BSH, gardırop tipi ultra lüks buzdolabını Amerikalılara mı satıyor, yoksa Amerika’ya mı? Amerikalıların hepsi ultra lüks buzdolabı kullanıyormuş gibi bir izlenim ediniyorum böyle bir cümleden. Basın bülteninin ilk cümlesi: “BSH Ev Aletleri, 2006 yılının başından bu yana, sadece Çerkezköy’deki tesislerinde üretilen gardırop tipi ultra lüks buzdolaplarını Amerika'ya ihraç ediyor.” Bu da ikinci paragraftan bir cümle: “Satıştan Sorumlu BSH İcra Kurulu Üyesi Ronald Grünberg, “Gardırop tipi buzdolabını 2006 yılının başından bu yana üretiyoruz, yaklaşık 4 aydır %100'ünü ihraç ediyoruz.” diyor.” Soru: 4 aydan beri mi 7 aydan beri mi ihraç ediyorsunuz? Son olarak, basın bültenin son cümlesi “Çevre öncelikli teknoloji geliştirmeyi amaçlayan “Gardırop Tipi Buzdolabı” projesi, TÜBİTAK'tan 2.3 milyon Euro’luk Ar-Ge desteği almaya da hak kazandı.” Çevre öncelikli teknoloji geliştirmeyi amaçlayan “Gardırop Tipi Buzdolabı” projesi ne demektir? Ne anlatmak istiyorsunuz?
İletişimde, pazarlamada, yönetimde hatalar, kazalar her zaman olabilir. Ancak dikkat etmek ve özen göstermek gerekir. Yoksa bir gün örnek olay haline gelebilirsiniz.

Fıkırdak Fiyatlar

Her zaman değişken indirimlerle (ıskonto ile) mal satmak pazarlama tekniği midir, fiyatlandırma politikası mıdır, yoksa finansal bir oyun mudur? Yoksa hepsinin birleşimi bir taktik midir? Veya işini bilmeyen yöneticilerin fiyatlarla oynayarak müşteri kazanmaya veya müşterilerini korumaya çalışması mıdır? Vizyonu ve hedefi olmayan veya olsa bile buna ulaşmak için o yolda gitmeyen, gitmek istemesine rağmen yanlış yolda giden, rekabet içerisinde günü kurtarmaya çalışan firmaların bir taktiği midir? Bu soruları artırabilirsiniz. Burada soru sorarak ben bazı cevapları da kendim vermiş oldum. Sonuçta fiyatlarla oynayarak şimdilik kazanabilirsiniz. Gelecek ise belirsiz. Peki ama ne kaybettiğinizi biliyor musunuz? Kendinizi sıradan bir tüketici yerine koyun ve düşünün. Bir mal bir ay %30, ondan sonraki ay %50, üç ay sonra %10, iki ay sonra %40 indirimle satılsın. Aynı zamanda bu indirimlerin çeşitli zamanlarda değişik mallar içinde bu şekilde yapıldığını farz edin. Şimdi bu firma hakkında ne düşünüyorsunuz ve kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Samimi olarak cevap verin. Kendinizden şüphe ediyorsanız başkalarına da sorabilirsiniz. Bundan sonra bu cevaplara göre hareket etmenizi tavsiye ederim. Sadık müşteri ve marka taraftarları yaratarak kazanmak en önemli değer iken, siz fiyatlarla oynayarak kazanmayı tercih ediyorsunuz. Eskilerin deyimi ile şöyle diyelim; kaz gelecek yerden tavuk esirgiyorsunuz.

IMF bir gün de şu kamu kurumları reklam alsın dese…

IMF, Türkiye’nin giderlerinin azaltılması ve gelirlerinin artırılması için uygulanabilirliği olsun olmasın birçok öneride bulunur. IMF bir şey der, medya, hükümet ve çeşitli kesimler tartışır durur. Bir gün de gelir yaratmak için kamu kurumlarına reklam alın dese de bu konu konuşulmaya ve tartışılmaya başlansa. Aklıma birkaç örnek geliyor. Elektrik ve su faturalarının arkalarında reklam olsa… Türkiye’de ki elektrik ve su abonelerinin sayısı düşünüldüğünde (tam olarak nedir bilemiyorum) yapılan reklam tüm Türkiye’ye iletilmiş olacak. Buradan elde edilecek gelirle elektrik santralleri de yaparsınız, barajlar da. Bunları yapmaya ihtiyacınız yoksa da vatandaşa hizmet olarak birim fiyatlarını düşürürsünüz. Başka bir örnek, belediyelerde, vergi dairelerinde vb. kurumlarda yapılan ödemelerin karşılığında verilen makbuzların arkalarına da reklam alınabilir. Böylece yerel reklamverenler de yaratılır ve yerel kuruluşlar için de gelir kaynağı yaratılmış olur. Bence üzerine düşülmesi, konuşulması, tartışılması ancak hazırlık aşamasında, uygulama öncesinde ve uygulama sırasında –tabiri yerindeyse- suyu çıkarılmaması gereken bir konu. Reklamveren devlet olursa bu iş de nasıl olur, nasıl yürür o da ayrı bir konu ama malum para lazım, kime lazım değil ki demeyin, bir düşünün. IMF’den bir bağlantım olsa bunu aktarırdım ama maalesef yok, benim yapabileceğim de sadece burada -birköşede- yazmak olacak o kadar.

21 Temmuz 2006

Türkiye’de 3G şebeke yok ama 3G cep telefonları Türkiye’de!

Marketing Türkiye’de yer alan haberden bir bölümü ilk olarak aktaralım. “14 Şubat’ta Barselona’da gerçekleşen 3GSM Dünya Kongresinde “Yılın En İyi 3G Telefonu” ödülünü alan Motorola RAZR V3x, Türk kullanıcılarının beğenisine sunuluyor. İlk bakışta, gerçek zamanlı iki yönlü görüntülü konuşma ve yüksek hızda veri aktarım gibi üstün özellikleriyle dikkat çeken Motorola RAZR V3x, bir 3G telefondan beklenenleri fazlasıyla karşılayan özelliklere sahip.”
İyi güzel de bizim ülkemizde daha 3G şebeke yokken bize ne değil mi? Bizim kullanamadığımız bir özellikten dolayı ödül alsa ne olur almasa ne olur. Bir de bu bülteni yazanlar telefonun dikkat çeken üstün özelliğini ise “gerçek zamanlı iki yönlü görüntülü konuşma ve yüksek hızda veri aktarım” şeklinde açıklıyorlar. Peki bu nasıl olacak bir de bunu anlatsalardı keşke. Ayrıca bir 3G telefondan beklenenleri fazlasıyla karşılayan özelliklere sahipmiş ama bizim bir beklentimiz yok ki, çünkü 3G yok… Gazeteci olsam bu bülteni yazana sorardım ve bu haberi yayınlamazdım. Çünkü haber değeri diye bir şey yok, nedeni ise bizi ilgilendirmeyen bir konu.
Cep telefonu üreticilerinin veya ithalatçılarının pazarlamacılarını, kullan(a)madığımız özellikleri olan telefonları hem de yüksek fiyatlarla satmayı başardıkları için takdir etmek gerekiyor. Bu cep telefonu örneğinden önemli bir pazarlama dersi alınmalıdır.
“Ürün sadece somut olarak ürünün kendisi değildir. Ürünü, ürün yapan sahip olduğu değerlerdir.” Özlü söz gibi oldu ama neyse… Anlayan anlamıştır…

09 Temmuz 2006

Puan, bonus, chip para toplama, hediye kazanma istasyonları

BP, Opet, Shell, Petrol Ofisi, Total, Akpet, Petline vs… Axess, Bonus, Maximum, Worldcard vb. sahibi iseniz mutlaka chip para, puan, bonus, ekstre erteleme vs. kazanabileceğiniz bir benzin istasyonu bulabilirsiniz. Ayrıca bu istasyonların birçoğunda akaryakıt, benzin aldıkça puan topluyorsunuz ve bu puanlarla daha sonra hediyeler kazanıyorsunuz. Diğer taraftan hemen hepsi çeşitli zamanlarda çekilişle otomobil de verirler. Kampanyaların biri biter diğeri başlar. Yani kampanyasız olmaz… Tüketici olarak elinize geçecek olan, kazanacağınız şey de çoğu zaman birbirlerinin benzerleridir. Kimisi kendine bir kahraman yaratır, kimisi kredi kartlarının kahramanlarını kullanır. Kahramansız da olmaz… Gazetelerde çarşaf çarşaf reklamlar, televizyonda her program arasında bir reklam… Harcanan büyük bütçeler… Rekabetin çok sert olduğu bu sektörde, bu yapılanlarla sadık müşteriler oluşturabilir mi? Her zaman sadece bir şirketi tercih edecek, onu çevresine önerecek taraftar kitlesi yaratabilir mi? Tüketim tercihlerini veya alışkanlıklarını böyle sıradan kampanyalar değiştirebilir mi? Bütün bu kampanyaları tek kullanımlık fotoğraf makineleri ile çekilen fotoğraflara benzetiyorum. Fotoğrafa çekilmesine karşı olduğum zannedilmesin. Fotoğraf çekilsin, ancak iyi bir makine ile çekilsin. Çünkü bu an bir daha tekrarlanmayacak. Gelecekte kötü çekilmiş veya çıkmış fotoğraflar görmek istemiyorsak ve o anı iyi bir şekilde hatırlamak istiyorsak kaliteli bir makine kullanılmalıyız. Yani biraz yaratıcılık… Bilmem anlatabildim mi?

07 Temmuz 2006

HP Pavilion Basın Bülteninden ve TDK sözlüğünden taş çıkartmalar???

Şirketlerin basın bültenlerini kurumsalhaberler.com ve sirkethaberleri.com sitelerinden zaman zaman takip ederim. RSS okuyucu programımla bültenlere göz atarken HP’nin bülteninde bu iki site arasında bir farklılık dikkatimi çekti. HP’nin kurumsalhaberler.com’da yayınlanan “Yeni HP Pavilion, Parlak-Şık Tasarımıyla Kıskandırıyor” başlıklı bülteninin ilk paragrafı sirkethaberleri.com’da yoktu. Muhtemelen unutuldu veya birisi sonradan eklendi. Zaten benimde basın bülteninde esas takıldığım nokta da bu ilk paragraftaki “taş çıkarıyor” kelimesiydi. Basın bülteninin ilk cümlesi şu şekilde: “Yepyeni tasarımlı HP dizüstü bilgisayarlar, şıklıklarıyla moda aksesuarlarına taş çıkarıyor.” Ne demek şimdi bu?... Açıkçası bu cümleyi beğenmedim ve bu “taş çıkarmak” sözünün uygun olmadığını düşündüm. Ardından TDK’nın (Türk Dil Kurumu) Güncel Türkçe sözlüğünde “taş çıkarmak” sözcüğünün anlamına baktım ki, sözlük de ayrı bir alem. Bakın TDK’ya göre “taş çıkartmak (veya çıkarmak)” ne demek: “Biri ötekinden özellik, yetenek vb. bakımından üstün olmak”. Aynen kopyalayıp yapıştırdım. TDK sözlüğünden ne anladınız? Demek ki sözlükte de bazen sorunlar oluyormuş, bunu da gördük. Her neyse taş yerinde kalsın bu taşı kaldıramayacağım şimdi, ben bültenden bahsetmek istiyorum. Basın Bültenlerinin nasıl yazıldığını, bazen bir bülten yazmak için ne kadar uğraşıldığını, cümlelerin, kelimelerin üzerinde durulduğunu, bültenin ajansla müşteri arasında gel-git trafiğini, bazen de ne kadar kolay, hemen, anlık yazıldığını ve basına gönderildiğini bilirim. Basın Bültenleri bir şirket hakkında, yazılanın dışında çok şey anlatır gerçekte. Ancak bu bültene nasıl baktığınıza bağlı. Bunları bir kenara bırakıp bültene gelelim. Doğrudur ve yanlıştır bu bültende ofsayt düdüğü çaldığım bazı yerleri belirtmek istiyorum. 1) “Yeni HP Pavilion, Parlak-Şık Tasarımıyla Kıskandırıyor” bu demek ve bu nasıl oluyor? 2) “HP, göz kamaştıran bahar koleksiyonunun duyurusunu yaptı.” Bunun sonbaharı, yazı, kışı var mı ki? 3) “Şık tasarımlı yeni dizüstü bilgisayarlar, bir iş aracından öte moda aksesuarı olarak da görülüyor.” Süs mü bu? 4) “HP, dizüstü bilgisayarların yeni tasarımı üzerinde çalışırken şık cep telefonları ve lüks araçların iç tasarımında kullanılan yöntemlerden faydalandı.” Şık cep telefonları hangileridir ve bu yöntem ne ki? 5) ” Kablosuz İnternet’e bağlanabileceğiniz yeni HP dizüstü bilgisayarlar, sizi yolculukta da yalnız bırakmıyor.” Nasıl olacak bu iş? Ve bilgisayarın özelliklerinde ilk madde: “- Şık tasarım” İlk sırada olması gereken özellik bu mudur ve bu aynı zamanda parlak değil miydi? Parlaklık yoksa özellik değil mi? Bir bültende böyle yazılmış işte... Taktir sizin... Bende üzerime vazife edinip yazdım..
Bu yazıda blogumuzun ilk bülten değerlendirmesi ve eleştirisi olsun…

Pepsi’den rekabet, etik ve itibar dersi veren bir gündem yönetim taktiği…

İlk olarak haberden kısaca söz edelim. Pepsi Cola rakibi Coca-Cola'dan bir mektup alıyor. Mektupta, Coca-Cola'da yetkili biri olduğunu belirten şahıs, Pepsi'ye çok gizli bir bilgi verebileceğini söylüyor. Pepsi yöneticileri de olayı Coca-Cola'ya bildiriyor. Coca-Cola FBI'ya başvuruyor ve Coca-Cola'nın üç çalışanı yakalanıyor. Bütün bunların ardından Pepsi sözcüsü Dollins, "Her sorumlu grubun yapacağını yaptık. Rekabet çetin olabilir, ancak her zaman adil ve meşru olmalı'' diyor. Olay özetle bu şekilde.
Şimdi bu olayın iç yüzüne bir bakalım. Pepsi bu şekilde davranmakla, yani ezeli rakibine bu olayı bildirmekle o gizli belgelerin kendisine kazandıracaklarından daha fazlasını kazandı. Pepsi yöneticileri büyük olasılıkla hangi şekilde davranmanın kendilerine daha fazla kazanç sağlayacaklarını düşünerek hareket etmişlerdir. Pepsi birçok şirkete ders olabilecek olumlu bir olayla gündeme geldi. Aynı zamanda bu olay örnek olarak ta gelecek zamanlarda anlatılacak ve Cola savaşları tarihinde de Pepsi’nin tarafında artı bir not olacaktır. Ortaya çıkan olayı Cola rekabeti içerisindeki yönetim savaşı olarak düşünürseniz, bunu Pepsi kazandı, Coca-Cola kaybetti. Pepsi başta rakibi Coca-Cola olmak üzere birçok şirkete rekabet, etik, itibar dersi vererek kazandı. Coca-Cola belki bu gizli belge denilen şeylerin Pepsi’nin eline geçmesine izin verseydi ve bunları daha sonra Pepsi’ye karşı kullansaydı bu olaydan Coca-Cola daha kazançlı çıkabilirdi. Bütün bunlar bu olaya karşı yönetimlerin bu gündemi yönetmedeki taktikleridir. Şimdi bu olay sonrasında Pepsi’nin ve Coca-Cola’nın marka değerlerinde, cirolarında ve itibarlarında nasıl değişim olmuştur? Artık siz tahmin edin...
Sonuçta yöneticilik ayrı bir iş, başka bir şey…

04 Temmuz 2006

Derler ki; ha Mastercard, ha Visa; kartı mı, kart, eee…

Türkiye’de banka kartı kullanıcılarının sizce yüzde kaçı Mastercard ve Visa’nın ne olduğunu, ne iş yaptığını biliyordur? Büyük ihtimalle çok düşük bir orandır. Peki, bir bankadan herhangi bir kart alanların yüzde kaçı Mastercard veya Visa olması yönünde bir talepte bulunmuştur? Bu da çok çok düşük bir orandır. Zaten maaş ödemeleri için banka kartları siz herhangi bir talepte bulunmadan gönderiliyor, kredi kartlarında ise ya ilgili banka görevlisi sormuyordur ya da fark etmez deyip geçiyorsunuzdur. O zaman banka kartınızın Mastercard ya da Visa olmasının (bunlardan başka seçeneğiniz şimdilik yok) ne önemi var? Marketing Türkiye’de yer alan “MasterCard’da global vizyon değişikliği “ başlıklı haberden, MasterCard’ın kurumsal kimliğini ve logosunu yenilediğini öğrendikten sonra bu konu aklıma geldi. Bence Mastercard ve Visa’nın Türkiye organizasyonlarının iletişim çalışmalarına daha ağırlık vermesi gerekir ki neyin ne olduğu öğrenilsin, bilinsin, tercih edilsin değil mi? Bu durumda Mastercard ve Visa’nın, sadece global marka değerlerine Türkiye’nin katkısı ne kadardır acaba?

27 Haziran 2006

İK ilanının iyisi kötüsü olur mu?

Şirketlerin İK ilanları çoğu zaman o şirketin kurumsal kültürü, yönetimi, kalitesi, itibarı hakkında genel bir fikir verir. Bu ilanlar aynı zamanda kurumun bir reklamı olarak da görülebilir. Ancak şirketlerin insan kaynakçıları bazen öyle ilanlar verirler ki kimi zaman gülüp geçersiniz kimi zaman kızarsınız. Saçma sapan, anlamsız, komik nitelikler, pozisyonlar, iş tanımları… Bu şirketlerin yöneticisi, müdürü, sahibi vs.’si yok mudur ki ilanların bu şekilde yayınlanmasına bir şey demiyor. Yoksa onlarda mı umursamıyor…? Bazen çok şaşırıyorum nasıl böyle ilanlar verebiliyorlar diye… Burada örnek vermek istemiyorum ama örnekleri görmek isterseniz bir İK gazetesine ve internet sitesine kısa bir süre bakmanız yeterlidir. Sonra derler ki yok efendim nitelikli eleman bulamıyoruz, aradığımızı bulamıyoruz vs, vs… Çok ararsınız… Bu işin bir tarafı, diğer tarafta ise bu ilanlar yüzünden kurumsal imajınızın, itibarınızın, insanların sizi algılayış biçiminin nasıl değişeceğini hiç düşünmüyor mu sunuz? Bence demek ki düşünülmüyor… Sonra markaymış, algıymış, itibarmış, reklammış, prmış, olmuyormuş, gitmiyormuş vs. imiş diye çok konuşulur…

Esneklikten lâçkalaşan çalışma saatleri

Şirketlerin İK ilanlarında esnek çalışma saatleri veya yoğun iş temposundan bahsediliyorsa bilin ki genellikle iş yerinizden zamanında çıkamayacaksınız. 7/24 her zaman potansiyel olarak iş çıkma ihtimali vardır. Bu durumda bu şirket hakkında ne düşünürsünüz, izleminiz ne olur? Benim ilk aklıma gelen burada işlerin doğru düzgün yürümediği, çalışma saatlerinde olan bu karmaşıklığın yapılan işin her tarafında olduğu ve yönetim sisteminin veya yöneticilerin yanlışlığından ve hatasından dolayı çalışma saatlerinin çok uzamasıdır. Böyle şirketleri ister kurumsal olsun, ister olmasın çok duymuşunuzdur veya görmüşsünüzdür. Çok iyi reklam kampanyaları, pr çalışmaları, pazarlama faaliyetleri olup olmamasını bir kenara bırakın ve bu şirketin karnesine notu siz yazın. Onlar zaten size kendileri ipucu veriyorlar.

Esinlenmeyi Seven Yoğurt Sever

Olursa böyle vakalar, blogçular her zaman yazar…
Sütaş ile Molson Canadian’nın reklam filmi arasındaki karşılaştırmayı buyurun buradan siz yapın… Takdir ve yorumlar sizlere ait...
http://home7.swipnet.se/%7Ew-72891/CanadianClub/CCsales/ad.html
http://www.sutas.com.tr/filmler/sutas_yogurt_sever.mpg

21 Haziran 2006

Pazarlama Zekası

Blog’umda arada bir söz ettiğim bir kavramdır pazarlama zekası. www.yenibiris.com da Psikolog Dr. Işın AKI bu konuda bir yazı yazmış. Pazarlama zekası konusunda bir şeyler yazmak istiyordum ancak bunu göründükten sonra işin kolayına kaçıp aynen aktarıyorum.

“Zeka çeşitlerinin arttığı günümüzde hayatta kalmak için değişimin ve zekanın gerekliliği görüşünden hareketle, teknolojiyle ivme kazanan küresel eksenli değişime “pazarlama zekası” ile uyum sağlanılabiliyor. Lanchester Üniversitesi öğretim üyesi David Pickton bu konuda çalışmalar yapmış. Bu zekanın hayati bir öncelik olduğunu vurgulamakta. Bu zekanın getirilerini, işleyiş sürecini, şirketlerin bilgi değerlendirme ve kullanma yöntemlerini kullanarak, riskleri azaltarak ayakta kalmanın yöntemini iletmek amacıyla çalışmalar yaptı.

Pazarlama zekasını, bilgi bombardımanı içinde boğulan şirketlerin hangi bilgiye ihtiyaçları olduğunu belirleyip, şirketlerin yaratıcılığını, faaliyetlerini, karar verme ve kontrol süreçlerini geliştirmek amacıyla yeni bilgiyi anlamlandırma, analiz etme ve bu amaçlar doğrultusunda kullanma yetisi olarak tanımlıyor. Bu zeka, sürekli müşteri geliştirerek organizasyonun istikrarını sağlamada tercihsel bir donanım değil, hayati bir etmen.

Değişimin ve değişime ayak uydurmanın belirleyicisi olan zekayı kullanabilmek, günümüzde hayatta kalabilmek için vazgeçilmez öncüllerden. Kurumdan kuruma, kurumdan müşteriye hizmet ve ürün sağlayan organizasyonlarda, risk ve uzun vadedeki maliyetler ters orantılı bir şekilde hareket ediyor.“

Pazarlama zekası neler kazandırır?

  • Farklı bakış açısı geliştirir. Prestcon analizi uyulanarak çevrede neler olup bittiği incelenir.( Politik, yasal, sosyal, ekonomik, vb…)
  • Geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki olası müşteri profilini tanımlayabilme.
  • Müşterilere özel, bireyselleştirilmiş ürün, hizmet ve ilişkiler sunabilme.
  • Müşteri odaklı, çok kanallı ve aşamalı pazarlama kampanyaları geliştirebilme.
  • Pazarlama masraflarının düşürülmesi.
  • Sadık müşteri edinme.
  • Verileri etkin kullanıp, organizasyon geliştirirken yararlı bilgileri kullanma.
  • Detaylarda boğulmak, alışılagelmiş, çoğu örgüt tarafından kullanılan yöntemler yerine, her bir organizasyonun kendine has yol alışını ve yöntemlerini belirleyebilmesini sağlar.

20 Haziran 2006

Promosyonoloji

Böyle bir terim veya kelime yok, benim uydurmamdan ibarettir. Son zamanlarda şirketlerin verdikleri promosyonları, kampanyaları ve çekilişleri daha sık duyar bir hale geldim. Şirketlere bir göz attığınızda kampanyası, promosyonu, çekilişi olmayan bir şirket bulmak neredeyse zor. Ancak promosyon ürünleri, çekilişle verilen hediyeler hemen hemen birbirinin aynısı. Araba, televizyon, telefon, ipod vb. gibi her zaman ihtiyaç olabilecek popüler ürünler veya %5, %10 gibi klasik indirimler. Sonuçta bu gibi ürünleri herkes verebilir veya bu şekilde indirim yapabilir. Bu durumda şirketleri birbirinden ayıracak, farklılaştıracak bir unsur kalmıyor. Şimdiye kadar hiç unutmadığınız bir promosyon, kampanya, çekiliş var mı? Benim aklıma hiçbir şey gelmiyor. Demek ki yaratıcılıktan veya başka bir şeyden yoksun promosyonlar, çekilişler bu şekilde oluyormuş… Diyelim ki, verilen veya kazanılan ürün kötü ise veya kötü bir özelliğe sahipse… Ne mi denir; bu adamların verip vereceği budur. Bir anda şirketinizin algısı, imajı nasıl değişebiliyor. Diğer taraftan, promosyon ürününü veya çekilişten kazandığınız bir ürünü gördüğünüzde bunu veren şirketi mi hatırlayacaksınız? Pek sanmıyorum… Daha sonraki alışverişlerinizde tercihlerinizi etkileyeceğini de pek sanmıyorum. Eeee…
Promosyon, çekiliş, kampanya zamanlarında satışlar bir miktar artabilir ama ya sonrası… Böyle bir yaklaşım yönetimlerin günü kurtarmasına benziyor ve burada eksik kalan bir şeyler var bence…

10 dakikada Türk Telekom algısı nasıl değişir? İşte örnek…

Türk Telekom’un ADSL servis numarasını veya çağrı merkezini (4440375) şimdiye kadar hiç aradınız mı? İlk olarak yaklaşık bir sene önce ve daha sonra da çeşitli zamanlarda da aramıştım ve çağrı merkezi hakkındaki izlenimim buradaki kişilerin konuya hakim olmadıkları ve sorunu net olarak çözmek yerine geçiştirmek ve üzerlerinden atmak şeklindeydi. Özellikle internet’te çeşitli sitelerde ve yayınlarda ADSL çağrı merkezi üzerine birçok eleştiri yazılmıştı. Genelde eleştirilerdeki ortak nokta sorun çözmekle ve bilgilendirmekle görevli çağrı merkezinin bu görevini tam olarak yerine getirmemesi ve sorunun çözülmesi için kendinize muhatap bulamamanız şeklindeydi.
Çok şaşırdım…
Bugün ADSL’de olan bir sorundan dolayı çağrı merkezini aradım ve sorunumu belirttim. Telefondaki kişi arıza kaydımın alındığını ve bugün aranacağımı belirtti. Aradan 5 dakika geçtikten sonra ADSL arıza’dan bir görevli aradı ve sorunumu çözdü. Bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim malum yer Türk Telekom. Yaklaşık 5 dakika sonra ise Türk Telekom’un Kalite biriminden bir telefon geldi ve telefondaki kişi bir arıza kaydı bıraktığımı ve kendisinin bunun sistemde çözüldüğünü gördüğünü söyledi ve bana sorunumun çözülüp çözülmediğini tekrar sordu. Her şey bu kadar çabuk gelişti. İşte müşteri memnuniyeti budur ve böyle sağlanır… Türk Telekom’un ADSL çağrı merkezi hakkında önceden olumlu bir algılamam yokken 10 dakika içerisinde bu algılamam tamamen tersine döndü. Hatta kendi kendime Türk Telekom’da iyi bir şeyler oluyor galiba demeden edemiyorum. Müşterilerin algılamasını değiştirmek için bazı zamanlarda çok ta bir şeyler yapmak gerekmiyor sanırım.
Demek ki oluyormuş…

16 Haziran 2006

Pazarlama, Diziler, İlişkiler ve Entegrasyon

Dizilerle ilişkiniz bir balonsa, bu balonun ipi de diğer pazarlama araçlarıdır. İp olmadan ve ipi kullanmadan balona hakim olamazsınız.

Ürünlerinizle ve hizmetlerinizle, dizilerdeki karakterler, kahramanlar arasında nasıl bir ilişki var veya var mı? Yoksa bazı fırsatları kaçırıyorsunuz demektir. Diyelim ki bazı dizilerde isminiz, ürününüz, hizmetiniz belli olsun, olmasın yer alıyorsunuz. Fakat bunu reklam vb. gibi pazarlama faaliyetlerinle ne kadar destekliyorsunuz? Dizilerle, ürünleriniz, hizmetleriniz arasındaki ilişkiyi diğer pazarlama araçlarıyla desteklemediğiniz sürece bunun iş hedefleriniz üzerinde çok fazla etkili olacağını düşünmüyorum. Şöyle bir örnek verelim; popüler bir dizideki kahramanın evinin salonunda kocaman bir halınız duruyor ve ben bu halıyı çok beğendim. Bu halının markasını öğrenmemin tek yolu dizinin sonundaki jet hızıyla akan sponsorları seyretmek. Çoğu kişinin dizinin sonuna kadar dikkati dağılabilir, halı konusunu unutabilir veya kanal değiştirebilir. Böylece izleyicinin aklında kalacak olan sadece orada durun güzel bir halıdır. Diğer taraftan, bu halı markası dizide var olan ürününün aynısını yazılı veya görsel basındaki reklamlarında da kullansa daha etkili olmaz mı? Bu verdiğim örnek dizilerde kullanılan tüm ürün ve hizmetler içinde geçerlidir. Şimdiye kadar ben, dizilerde kullanılan ürünlerin, hizmetlerin basında reklamlarla ya da bunun tam tersinin yani reklamlarda kullanılan ürünlerin, hizmetlerin dizilerle desteklendiği görmedim, duymadım, bilmiyorum. Üst yönetimlerin, reklamcıların, danışmanların bu konuda bir bildiği vardır herhalde diye düşünüyorum. Sonuçta ülkemizde filmler, diziler izleniyor, insanlar karakterlerle aralarında kendilerine bir bağ kuruyorlar. Bu bağ içerisinde karakterlerin kullandığı ürünler ve aldığı hizmetler göz ardı edilmemelidir. Unutmayın, her zaman çeşitli dönemlerde değişik kahramanlar-idoller vardır, var olacaktır. Mesele sizin kimin tarafında olduğunuz, ona yakınlığınız, entegrasyon ve pazarlama beceriniz…

13 Haziran 2006

Balon olup suyu çıkmış sakızlar

Hayatın, ekonominin, iş dünyasının, teknolojinin, iletişimin vb. içindeki balonlar, sakız olanlar, suyu çıkanlar… Neler yok ki bu listelerin içerisinde. Hiç düşündünüz mü? Tahmin edilebilenler, edilemeyenler, yönetilenler, yönetilemeyenler… Balonu kaçıranlar, patlatanlar, sönenler, takip edenler, peşinden giderken düşenler, sakızı eline yüzüne, ayağına yapıştıranlar, yutanlar, hava atanlar, suyunu çıkaranlar, çıkartırınlar… Geçtiğimiz günlerde bunları tekrar düşündüm ve hatırlamak için internet’te o site bu site dolaştım. Ne çok işler, konular, trendler, iş adamları, yöneticiler vb. gelmiş, geçmiş bazıları ise hala var… Ve bunlar ekonominin, iş dünyasının, genel olarak hayatın içerisine her geçen gün ekleniyor hayat ömürlerince…

Siz bütün bunların neresindesiniz? İş, pazarlama, kariyer vb. planlarınızın neresinde? Hiç düşündünüz mü? Birkaç dakika düşünün, gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz yoksa kızarak mı?

Çare sizsiniz…

08 Haziran 2006

Satış Temsilciniz kimi temsil ediyor?

Bu soruyu pazarlama ve insan kaynakları yöneticileri “tabii ki bizi” şeklinde yanıtlayacaklardır. Ancak bu gerçekte, yani sahada veya pazarda ne kadar geçerli? Üst yönetim satış hedefleri veya kotaların dışında satış temsilcilerinin şirketi nasıl temsil ettiği, ilişkileri nasıl yürüttüğü veya yönettiği hakkında ne kadar bilgiye sahipler? Her yöneticinin bu sorulara kendince tatmin edici bir yanıtı olacaktır. Hızlı tüketim malları sektöründe faaliyet gösteren bir şirketin satış kadrosunda çalışan bir arkadaşım geçtiğimiz günlerde kendi şirketlerinden, rakip şirketin kadrosuna geçen satış temsilcilerinden yakınıyordu. Bu işi her yönüyle kendi şirketlerinde öğrendiklerini, çevrelerini bu sayede yaptıklarını söylüyor ve şimdi ise rakip şirkete geçen bu kişilerin müşterilerle daha önceden mevcut ilişkilerini kullanarak kendilerinden avantajlı bir duruma geldiklerinden bahsediyordu. Bu kişilerin işlerinden neden ayrıldıkları, sorunların veya sorunlarının ne oldukları muhtemelen yönetimce bilinmiyordur ve aynı zamanda pek önemsenmiyordur, dinlenmiyordur. Burada da satış temsilcileri bize şirketin yönetimi, kalitesi ve itibarı hakkında genel bir fikir veriyor. Üst yönetim, belki çok basit veya çözümü kolay önemli bir sorun yüzünden rakip şirketlere satış elemanlarını kaptırdıklarında gerçekten ne kaybettiklerinin hesaplarını yapıyorlar mı acaba veya nasıl hesap veriyorlar? Eski, deneyimli çalışanını kaybetmenin maliyetleri artı yeni çalışanın maliyetleri bonus olarak ta eski çalışanınızın sizin müşterilerinizden yeni şirketine aktardığı pay, kaybettiğiniz pazar. Bunlara daha da ekleyebilirsiniz, buyurun hesap edin. Rekabetin çok fazla olduğu bu sektörde bol sıfırlı pazarlama bütçeleriyle yaratılabilen çalışan bağlılığı bu mudur? Müşteriler, genellikle ve çoğunlukla karşısındaki satışçı kişiyi muhatap gördüğünden, eğer kişi tabir yerindeyse iş bitirici bir kişi ise, satışçı rakip şirkete geçtiğinde eski müşterilerini de yeni şirketine çekmektedir. Şimdi satışçı, müşterinin karşısında sizi mi temsil ediyor yoksa kendisini mi? Sonuçta şirket boşalan kadroları hemen dolduracak ve yeni hedeflerle, kotalarla yoluna devam edecektir. Peki, bundan sonra her şey eskisi gibi mi olacak? Bazı sesler insana uzaktan hoş geliyor…

03 Haziran 2006

Benzinliklerde promosyon furyası

Bir dönem gazetelerde yaşanan promosyon çılgınlığına şahit olmuştuk. Şimdi ise sanki böyle bir dönem benzin istasyonlarında başlıyor. Ne diyelim bekleyip göreceğiz. Bakalım kitap, ansiklopedi, belgesel cd’si vb. vererek en kültürlü benzin istasyonumuz hangisi olacak? Ya da lastik, müzik çalar, tv vb. ile en popüleri hangisi olacak. Gazetelerin yaşadığı bu dönemden benzinciler geçer mi geçmez mi bilinmez ama alınması gereken dersler unutulmamalı diye düşünüyorum. Promosyon rekabetin çok arttığı (havaların bozulduğu) zamanlarlarda sığınılacak bir liman mı yoksa? Tüketiciler “Kaptan hareket ne zaman?” diye soracaktır kısa bir süre sonra, merak etmeyin…

İtibar adlı beygir üçüncü koşuda sonuncu oldu…

TJK (Türkiye Jokey Kulübü), yeni reklam kampanyası, lobi faaliyetleri ve oyunları internet kanalına taşıyarak iddaa ve diğer şanş oyunlarına kaptırdığı payı geri almaya ve aynı zamanda at yarışlarına olan talebi artırmaya, kendi pazarını büyütmeye çalışıyor. Peki insanların at yarışları hakkında ne düşündükleri biliniyor mu ve bunun için ne yapılıyor? Genel olarak toplumda at yarışlarında oyun-şaibe vb. olduğuna yönelik bir algılama ve izlemin bulunmaktadır. Bu algılama ortadan kaldırılmadan yapılacak tüm pazarlama faaliyetleri geçici bir etki yaratmaz mı? Ya sonrası… Kimtutarseni...

Google yeni piyasalarda “zoorlanıyor”

Google sizce her alanda başarılı olabilir mi?

Hürriyet gazetesinde bir araştırma şirketinin verilerine yer verilmiş. Buna göre, Arama piyasasında, Google %47.4, Yahoo %16, Msn %11.5, E-posta piyasasında ise Google %2.54, Yahoo %42.4, Msn Hotmail %22.9 paya sahip. Haberde ayrıca şu şekilde belirtiliyor: “BBC, MSNBC ve CNN gibi oldukça iddialı haber kaynaklarının geride bırakan Yahoo, bu alanda 6.3 gibi ciddi bir paya sahip. Google ise haber hizmetlerinde, 1.9 gibi oldukça düşük bir payla beşinci sırada yer alıyor. Finans ise Yahoo’nun domine ettiği bir başka piyasa olarak dikkat çekiyor. Bu alanda yüzde 34.9 gibi çok yüksek bir paya sahip olan Yahoo’nun en yakın takipçisi olarak, yüzde 13.4 ile MSN Money hizmeti öne çıkıyor. Google’ın finans hizmeti ise yüzde 0.29’luk bir payla oldukça gerilerde; 40. sırada yer alıyor.”

Google her yerde

Mediacat dergisinde yayınlanan, Google ile ilgili farklı bir konudaki diğer bir haber ise “Google televizyon reklamlarının satışlarında.” başlığını taşıyor ve şu şekilde devam ediyor: “Google kurucu ortaklarından Sergey Brin, dünyada liderliği tartışmasız olan arama motorunun reklam alım-satımları için halihazırdaki online açık arttırma sistemini televizyon ve diğer medya platformlarındaki reklamlara yönelik biçimde geliştirmekte olduğunu bildirdi.”

Bunlar sadece rastladığım iki haber. Google’ın, görünen o ki, yakın zamanda girmediği ve el atmadığı sektör kalmayacak. Peki Google girdiği her alanda başarılı olabilir mi? Bence büyük ihtimalle olamayacak. Şimdi, arama motoru olarak ortaya çıkan ve bu piyasada çok başarılı olan Google’ın, farklı alanlara da girmesi ve bunlardan bazılarında başarısız olması sonucu, ana faaliyet alanında başarılı olmasına karşın, başarısız olmuş algısı yaratmaz mı? Bunun marka ve marka değeri üzerinde etkisi olumsuz olmaz mı? Bütün bu ve buna benzer soruların cevaplarını zaman içerisinde göreceğiz. Bu arada Google’ın izlediği genel stratejinin de, ABD’nin ki ile benzer olduğunu düşünüyorum. Her yerde, her sektörde, her işte, her …’da var olmak.

24 Mayıs 2006

Kaç saniyede yanıtlayabilirsiniz? 75 ytl’nin %15’i kaçtır?

Petrol Ofisinin reklam filmi zor bir matematik problemini içerisinde barındırıyor. Reklamlarda, Bonus Card sahiplerinin, Petrol Ofisi istasyonlarında yapacakları ilk 75 YTL'lik akaryakıt harcamasının ardından, ikinci 75 YTL'lik akaryakıt alışverişlerinde yüzde 15 bonus kazanacağı iletiliyor. 75 ytl’nin %15’ini kaç saniyede hesaplayabilirsiniz ve ekran başındaki izleyicilerden kaçı böyle bir hesabı yapmak için düşünür? 75 ytl’lik harcama yapacaksınız, ardından bir 75 ytl harcama daha yaparsanız %15 bonus kazanıyorsunuz. Tüketici toplamda ben ne kazanacağım diye düşünüp hesap mı yapacak? 150 ylt’lik benzin aldım ne kadar bonus kazandım demez mi? Bunu ya benzinliklerdeki pompa elemanlarına sorsalar? Şöyle bir soru “275 ytl’lik alsam ne kadar bonus kazanırım?” gibi. Çıkın hesabın içinden. Petrol Ofisi bu kampanya ile beraber bence bir hesap makinesi de hediye etmeli ki ne kazandık bilelim. Neden bu kampanyanın daha anlaşılır olması için düz bir hesap tercih edilmez. Örneğin 100 ytl’ye şu kadar vs. Kampanyalarda, tüketicilerin kazancı basit, sade ve anlaşılır bir şekilde anlatılması ve kampanyanın da aynı bu şekilde olması gerekmiyor mu? Petrol Ofisi kampanyasının bu şekilde düzenlenmesi ve reklamlarda da tüketicilere böyle anlaşılmaz biçimde sunulması ilginç ve buna akıl erdirmek ve anlamak zor. Pazarlama Zekâsı gerekiyor, o da lazım desek yerinde olur sanırım.

19 Mayıs 2006

Tüketiciler: Ey ahali, biz uzaydan gelmedik…

Kurgu: Yakın bir gelecek. Tüketiciler örgütlenir ve üreticilere yönelik bir bildiri yayınlar:
“Bizler de sizler gibiyiz, her zaman yanınızdayız, kimi zaman oturduğunuz evin alt katında, kimi zaman benzinlikte sizin hemen arkanızda, kimi zaman yemek yediğiniz yerde yan masanızda, kimi zaman bir arka sokağınızda. Bizi uzaklarda aramayın. Bizler buralardayız ve her yerdeyiz. Sizler gibi zaman zaman mutlu oluyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz, bazen duygusal davranıyoruz, bazen mantıklı. Elimize geçen veya kazandığımız parayı sizler gibi ihtiyaç olsun, olmasın tüketiyoruz, harcıyoruz yaşamak için veya öylesine. Bizi tanımak, anlamak, incelemek için duyduk ki çok derin sosyolojik, psikolojik vb. araştırmalar yapıyormuşsunuz. Hatta tıp ve mühendislik bilimleri bile kendi konuları dışında bizim için birçok çalışmalar yapıyormuş. Bunlar, bizi yani kendimizi(sizi ve bizi) anlamamız, tanımamız için gerekli, ancak her şey bu demek değil ki. Biz sadece bizi dinlemenizi, bizim sesimize kulak vermenizi istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. Kendinizi düşünün veya kendi içinizden gelen sesi dinleyin. Bizler de sizler gibiyiz, ey ahali biz uzaydan gelmedik. Yoksa siz bizler gibi değil misiniz? Sesimizi duyan var mı?”