23 Ağustos 2006

Horozu çok olan köyün sabahı geç olur.

Bu atasözümüz pazarlamadaki, reklamdaki, iletişimdeki ve diğer birçok daldaki, meslekteki, sektördeki durumumuzu çok güzel bir biçimde anlatıyor. Bu sözün üzerine daha ne denilebilir ki. Her şey ortada…
Hürriyet gazetesinde yayınlanan habere göre, Dünyaca ünlü pazarlama ve perakende gurusu Timothy Keiningham, 28 Eylül’de pazarlama konferansı Marketingist’in açılış konuşmasını yapmak üzere Türkiye’ye geliyormuş. Bu guru firmaların ’sadık müşteriler’den para kazanamayacağını savunuyor ve "Müşteri kárlılığını ve müşteriyi kárlı olmaktan alıkoyan sebepleri anlamadan, sadakatin kára dönüşmesi oldukça zordur" diyor ve şöyle devam ediyor “Her firma kendini sadık olarak niteleyecek birçok müşteriye sahiptir, fakat bu müşteriler kár getirmezler. Firma müşterilerinin büyük çoğunluğu para getirmez. Tipik bir oranla, müşterilerin yüzde 20’si kár getirir, yüzde 60’i kár ve zararı denkler, yüzde 20’si zarar ettirir ve bütün bu segmentlerdeki müşteriler firmaya bağlıdırlar. Sadakati kárlılığa dönüştürmek, kár ve zararı denkleyen müşterileri, kár getiren müşteri segmentine taşımak ve zarar getiren müşteriyi kár zarar denkleyen segmente taşımak için neler yapmak gerektiğini anlamayı getirir. Müşteri kárlılığını ve müşteriyi kárlı olmaktan alıkoyan sebepleri anlamadan, sadakatin kára dönüşmesi oldukça zordur.” Bu gurunun söylediklerini bilmeyeniniz, duymayanınız var mı? Türk şirketleri şimdiye kadar bu durumda hiçbir şey yapmadan bekleyip durdular mı sanki… Bazı gurular böyledir. Bize, bildiğimiz, yaptığımız şeylerin altını üstüne çevirip, birde güzel güzel ambalajlayıp sansasyon yaratarak sanki yepyeni bir şey sunuyormuşçasına satarlar. Ne yapalım devir böyle… Bir Türk atasözü ile yazıya başladık, bir Alman atasözü ile son verelim: “Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez”

22 Ağustos 2006

Gurur Duyulan Markalar/Şirketler...

Beğenilen bir şirket mi olmak istersiniz yoksa gurur duyulan mı? Gurur duyulan bir marka, şirket de ne demek şimdi diyebilirsiniz. Beğenmek ile gurur duymak arasındaki farkı düşünün. Bir kişi üzerinden yola çıkalım. İlk olarak çevrenizden beğendiğiniz bir kişiyi gözünüzün önüne getirin, daha sonra ise kendisi ile gurur duyduğunuz bir kişiyi ve ardından bu ikisini birbiri ile kıyaslayın… Capital dergisi her sene beğenilen şirketlerin araştırmasını yapar ve bunları açıklar. Sektörün en iyileri listelerin en üst sıralarındadırlar. Bundan dolayı sonuçlar pek şaşırtıcı değildir. Buradaki şirketleri düşündüğümde içlerinden benim beğendiklerim olur, beğenmediklerim olur ama beğendiğim şirketlerin arasında gurur duyduğum şirket çok az.
Beğenmek farklı bir şeydir, gurur duymak farklı bir şey…
Hangi firma istemez ki sosyal paydaşları tarafından gurur duyulan bir marka olmayı? Gurur duyulan bir firma veya marka olmak için yapmanız gereken beklentilerin üzerine çıkarak insanları şaşırtmak… Sadece bu kadar değil tabii ki… Ama en önemli kritik noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Gurur duyulan bir marka olursanız insanları gönlünü kazanırsınız beğenilmekle kalmaz takdir edilirsiz. Bu “gurur duyulan marka” konusu çok uzun ve kapsamlı bir konu. Ben burada sadece konuya kısa bir giriş yapmış olayım. Yazılacak, açıklanacak, örnek verilecek çok şey var… Bunu bir düşünün derim… Ben yolu açmış olayım… Gurur duyulan bir marka, şirket olmak şu anda ülkemizde konuşulmuyor, tartışılmıyor. Ben kısacık yazdım diye kimse bu konuyu da gündemine alacak da değildir. Kimse Emre yazmış, söylemiş de demeyecek. Ama inanıyorum ki yakın zamanda şu danışman bu guru yazacak, anlatacak, gündem yaratacak, ondan sonra şirketler “gurur duyulan marka” olmak için çalışmalara başlayacak. Capital dergisi de Türkiye’nin en beğenilen şirketleri araştırmasının yanında aynı zamanda Türkiye’nin gurur duyulan şirketleri, markaları araştırması da yapacak. Ben de o zaman çok bilmiş bir edayla “ben bunları kaç sene önce blog’uma yazmıştım” diyeceğim. Biraz kahinlik yapmışım gibi oldu ama neyse… O da lazım…