27 Haziran 2006

İK ilanının iyisi kötüsü olur mu?

Şirketlerin İK ilanları çoğu zaman o şirketin kurumsal kültürü, yönetimi, kalitesi, itibarı hakkında genel bir fikir verir. Bu ilanlar aynı zamanda kurumun bir reklamı olarak da görülebilir. Ancak şirketlerin insan kaynakçıları bazen öyle ilanlar verirler ki kimi zaman gülüp geçersiniz kimi zaman kızarsınız. Saçma sapan, anlamsız, komik nitelikler, pozisyonlar, iş tanımları… Bu şirketlerin yöneticisi, müdürü, sahibi vs.’si yok mudur ki ilanların bu şekilde yayınlanmasına bir şey demiyor. Yoksa onlarda mı umursamıyor…? Bazen çok şaşırıyorum nasıl böyle ilanlar verebiliyorlar diye… Burada örnek vermek istemiyorum ama örnekleri görmek isterseniz bir İK gazetesine ve internet sitesine kısa bir süre bakmanız yeterlidir. Sonra derler ki yok efendim nitelikli eleman bulamıyoruz, aradığımızı bulamıyoruz vs, vs… Çok ararsınız… Bu işin bir tarafı, diğer tarafta ise bu ilanlar yüzünden kurumsal imajınızın, itibarınızın, insanların sizi algılayış biçiminin nasıl değişeceğini hiç düşünmüyor mu sunuz? Bence demek ki düşünülmüyor… Sonra markaymış, algıymış, itibarmış, reklammış, prmış, olmuyormuş, gitmiyormuş vs. imiş diye çok konuşulur…

Esneklikten lâçkalaşan çalışma saatleri

Şirketlerin İK ilanlarında esnek çalışma saatleri veya yoğun iş temposundan bahsediliyorsa bilin ki genellikle iş yerinizden zamanında çıkamayacaksınız. 7/24 her zaman potansiyel olarak iş çıkma ihtimali vardır. Bu durumda bu şirket hakkında ne düşünürsünüz, izleminiz ne olur? Benim ilk aklıma gelen burada işlerin doğru düzgün yürümediği, çalışma saatlerinde olan bu karmaşıklığın yapılan işin her tarafında olduğu ve yönetim sisteminin veya yöneticilerin yanlışlığından ve hatasından dolayı çalışma saatlerinin çok uzamasıdır. Böyle şirketleri ister kurumsal olsun, ister olmasın çok duymuşunuzdur veya görmüşsünüzdür. Çok iyi reklam kampanyaları, pr çalışmaları, pazarlama faaliyetleri olup olmamasını bir kenara bırakın ve bu şirketin karnesine notu siz yazın. Onlar zaten size kendileri ipucu veriyorlar.

Esinlenmeyi Seven Yoğurt Sever

Olursa böyle vakalar, blogçular her zaman yazar…
Sütaş ile Molson Canadian’nın reklam filmi arasındaki karşılaştırmayı buyurun buradan siz yapın… Takdir ve yorumlar sizlere ait...
http://home7.swipnet.se/%7Ew-72891/CanadianClub/CCsales/ad.html
http://www.sutas.com.tr/filmler/sutas_yogurt_sever.mpg

21 Haziran 2006

Pazarlama Zekası

Blog’umda arada bir söz ettiğim bir kavramdır pazarlama zekası. www.yenibiris.com da Psikolog Dr. Işın AKI bu konuda bir yazı yazmış. Pazarlama zekası konusunda bir şeyler yazmak istiyordum ancak bunu göründükten sonra işin kolayına kaçıp aynen aktarıyorum.

“Zeka çeşitlerinin arttığı günümüzde hayatta kalmak için değişimin ve zekanın gerekliliği görüşünden hareketle, teknolojiyle ivme kazanan küresel eksenli değişime “pazarlama zekası” ile uyum sağlanılabiliyor. Lanchester Üniversitesi öğretim üyesi David Pickton bu konuda çalışmalar yapmış. Bu zekanın hayati bir öncelik olduğunu vurgulamakta. Bu zekanın getirilerini, işleyiş sürecini, şirketlerin bilgi değerlendirme ve kullanma yöntemlerini kullanarak, riskleri azaltarak ayakta kalmanın yöntemini iletmek amacıyla çalışmalar yaptı.

Pazarlama zekasını, bilgi bombardımanı içinde boğulan şirketlerin hangi bilgiye ihtiyaçları olduğunu belirleyip, şirketlerin yaratıcılığını, faaliyetlerini, karar verme ve kontrol süreçlerini geliştirmek amacıyla yeni bilgiyi anlamlandırma, analiz etme ve bu amaçlar doğrultusunda kullanma yetisi olarak tanımlıyor. Bu zeka, sürekli müşteri geliştirerek organizasyonun istikrarını sağlamada tercihsel bir donanım değil, hayati bir etmen.

Değişimin ve değişime ayak uydurmanın belirleyicisi olan zekayı kullanabilmek, günümüzde hayatta kalabilmek için vazgeçilmez öncüllerden. Kurumdan kuruma, kurumdan müşteriye hizmet ve ürün sağlayan organizasyonlarda, risk ve uzun vadedeki maliyetler ters orantılı bir şekilde hareket ediyor.“

Pazarlama zekası neler kazandırır?

  • Farklı bakış açısı geliştirir. Prestcon analizi uyulanarak çevrede neler olup bittiği incelenir.( Politik, yasal, sosyal, ekonomik, vb…)
  • Geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki olası müşteri profilini tanımlayabilme.
  • Müşterilere özel, bireyselleştirilmiş ürün, hizmet ve ilişkiler sunabilme.
  • Müşteri odaklı, çok kanallı ve aşamalı pazarlama kampanyaları geliştirebilme.
  • Pazarlama masraflarının düşürülmesi.
  • Sadık müşteri edinme.
  • Verileri etkin kullanıp, organizasyon geliştirirken yararlı bilgileri kullanma.
  • Detaylarda boğulmak, alışılagelmiş, çoğu örgüt tarafından kullanılan yöntemler yerine, her bir organizasyonun kendine has yol alışını ve yöntemlerini belirleyebilmesini sağlar.

20 Haziran 2006

Promosyonoloji

Böyle bir terim veya kelime yok, benim uydurmamdan ibarettir. Son zamanlarda şirketlerin verdikleri promosyonları, kampanyaları ve çekilişleri daha sık duyar bir hale geldim. Şirketlere bir göz attığınızda kampanyası, promosyonu, çekilişi olmayan bir şirket bulmak neredeyse zor. Ancak promosyon ürünleri, çekilişle verilen hediyeler hemen hemen birbirinin aynısı. Araba, televizyon, telefon, ipod vb. gibi her zaman ihtiyaç olabilecek popüler ürünler veya %5, %10 gibi klasik indirimler. Sonuçta bu gibi ürünleri herkes verebilir veya bu şekilde indirim yapabilir. Bu durumda şirketleri birbirinden ayıracak, farklılaştıracak bir unsur kalmıyor. Şimdiye kadar hiç unutmadığınız bir promosyon, kampanya, çekiliş var mı? Benim aklıma hiçbir şey gelmiyor. Demek ki yaratıcılıktan veya başka bir şeyden yoksun promosyonlar, çekilişler bu şekilde oluyormuş… Diyelim ki, verilen veya kazanılan ürün kötü ise veya kötü bir özelliğe sahipse… Ne mi denir; bu adamların verip vereceği budur. Bir anda şirketinizin algısı, imajı nasıl değişebiliyor. Diğer taraftan, promosyon ürününü veya çekilişten kazandığınız bir ürünü gördüğünüzde bunu veren şirketi mi hatırlayacaksınız? Pek sanmıyorum… Daha sonraki alışverişlerinizde tercihlerinizi etkileyeceğini de pek sanmıyorum. Eeee…
Promosyon, çekiliş, kampanya zamanlarında satışlar bir miktar artabilir ama ya sonrası… Böyle bir yaklaşım yönetimlerin günü kurtarmasına benziyor ve burada eksik kalan bir şeyler var bence…

10 dakikada Türk Telekom algısı nasıl değişir? İşte örnek…

Türk Telekom’un ADSL servis numarasını veya çağrı merkezini (4440375) şimdiye kadar hiç aradınız mı? İlk olarak yaklaşık bir sene önce ve daha sonra da çeşitli zamanlarda da aramıştım ve çağrı merkezi hakkındaki izlenimim buradaki kişilerin konuya hakim olmadıkları ve sorunu net olarak çözmek yerine geçiştirmek ve üzerlerinden atmak şeklindeydi. Özellikle internet’te çeşitli sitelerde ve yayınlarda ADSL çağrı merkezi üzerine birçok eleştiri yazılmıştı. Genelde eleştirilerdeki ortak nokta sorun çözmekle ve bilgilendirmekle görevli çağrı merkezinin bu görevini tam olarak yerine getirmemesi ve sorunun çözülmesi için kendinize muhatap bulamamanız şeklindeydi.
Çok şaşırdım…
Bugün ADSL’de olan bir sorundan dolayı çağrı merkezini aradım ve sorunumu belirttim. Telefondaki kişi arıza kaydımın alındığını ve bugün aranacağımı belirtti. Aradan 5 dakika geçtikten sonra ADSL arıza’dan bir görevli aradı ve sorunumu çözdü. Bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim malum yer Türk Telekom. Yaklaşık 5 dakika sonra ise Türk Telekom’un Kalite biriminden bir telefon geldi ve telefondaki kişi bir arıza kaydı bıraktığımı ve kendisinin bunun sistemde çözüldüğünü gördüğünü söyledi ve bana sorunumun çözülüp çözülmediğini tekrar sordu. Her şey bu kadar çabuk gelişti. İşte müşteri memnuniyeti budur ve böyle sağlanır… Türk Telekom’un ADSL çağrı merkezi hakkında önceden olumlu bir algılamam yokken 10 dakika içerisinde bu algılamam tamamen tersine döndü. Hatta kendi kendime Türk Telekom’da iyi bir şeyler oluyor galiba demeden edemiyorum. Müşterilerin algılamasını değiştirmek için bazı zamanlarda çok ta bir şeyler yapmak gerekmiyor sanırım.
Demek ki oluyormuş…

16 Haziran 2006

Pazarlama, Diziler, İlişkiler ve Entegrasyon

Dizilerle ilişkiniz bir balonsa, bu balonun ipi de diğer pazarlama araçlarıdır. İp olmadan ve ipi kullanmadan balona hakim olamazsınız.

Ürünlerinizle ve hizmetlerinizle, dizilerdeki karakterler, kahramanlar arasında nasıl bir ilişki var veya var mı? Yoksa bazı fırsatları kaçırıyorsunuz demektir. Diyelim ki bazı dizilerde isminiz, ürününüz, hizmetiniz belli olsun, olmasın yer alıyorsunuz. Fakat bunu reklam vb. gibi pazarlama faaliyetlerinle ne kadar destekliyorsunuz? Dizilerle, ürünleriniz, hizmetleriniz arasındaki ilişkiyi diğer pazarlama araçlarıyla desteklemediğiniz sürece bunun iş hedefleriniz üzerinde çok fazla etkili olacağını düşünmüyorum. Şöyle bir örnek verelim; popüler bir dizideki kahramanın evinin salonunda kocaman bir halınız duruyor ve ben bu halıyı çok beğendim. Bu halının markasını öğrenmemin tek yolu dizinin sonundaki jet hızıyla akan sponsorları seyretmek. Çoğu kişinin dizinin sonuna kadar dikkati dağılabilir, halı konusunu unutabilir veya kanal değiştirebilir. Böylece izleyicinin aklında kalacak olan sadece orada durun güzel bir halıdır. Diğer taraftan, bu halı markası dizide var olan ürününün aynısını yazılı veya görsel basındaki reklamlarında da kullansa daha etkili olmaz mı? Bu verdiğim örnek dizilerde kullanılan tüm ürün ve hizmetler içinde geçerlidir. Şimdiye kadar ben, dizilerde kullanılan ürünlerin, hizmetlerin basında reklamlarla ya da bunun tam tersinin yani reklamlarda kullanılan ürünlerin, hizmetlerin dizilerle desteklendiği görmedim, duymadım, bilmiyorum. Üst yönetimlerin, reklamcıların, danışmanların bu konuda bir bildiği vardır herhalde diye düşünüyorum. Sonuçta ülkemizde filmler, diziler izleniyor, insanlar karakterlerle aralarında kendilerine bir bağ kuruyorlar. Bu bağ içerisinde karakterlerin kullandığı ürünler ve aldığı hizmetler göz ardı edilmemelidir. Unutmayın, her zaman çeşitli dönemlerde değişik kahramanlar-idoller vardır, var olacaktır. Mesele sizin kimin tarafında olduğunuz, ona yakınlığınız, entegrasyon ve pazarlama beceriniz…

13 Haziran 2006

Balon olup suyu çıkmış sakızlar

Hayatın, ekonominin, iş dünyasının, teknolojinin, iletişimin vb. içindeki balonlar, sakız olanlar, suyu çıkanlar… Neler yok ki bu listelerin içerisinde. Hiç düşündünüz mü? Tahmin edilebilenler, edilemeyenler, yönetilenler, yönetilemeyenler… Balonu kaçıranlar, patlatanlar, sönenler, takip edenler, peşinden giderken düşenler, sakızı eline yüzüne, ayağına yapıştıranlar, yutanlar, hava atanlar, suyunu çıkaranlar, çıkartırınlar… Geçtiğimiz günlerde bunları tekrar düşündüm ve hatırlamak için internet’te o site bu site dolaştım. Ne çok işler, konular, trendler, iş adamları, yöneticiler vb. gelmiş, geçmiş bazıları ise hala var… Ve bunlar ekonominin, iş dünyasının, genel olarak hayatın içerisine her geçen gün ekleniyor hayat ömürlerince…

Siz bütün bunların neresindesiniz? İş, pazarlama, kariyer vb. planlarınızın neresinde? Hiç düşündünüz mü? Birkaç dakika düşünün, gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz yoksa kızarak mı?

Çare sizsiniz…

08 Haziran 2006

Satış Temsilciniz kimi temsil ediyor?

Bu soruyu pazarlama ve insan kaynakları yöneticileri “tabii ki bizi” şeklinde yanıtlayacaklardır. Ancak bu gerçekte, yani sahada veya pazarda ne kadar geçerli? Üst yönetim satış hedefleri veya kotaların dışında satış temsilcilerinin şirketi nasıl temsil ettiği, ilişkileri nasıl yürüttüğü veya yönettiği hakkında ne kadar bilgiye sahipler? Her yöneticinin bu sorulara kendince tatmin edici bir yanıtı olacaktır. Hızlı tüketim malları sektöründe faaliyet gösteren bir şirketin satış kadrosunda çalışan bir arkadaşım geçtiğimiz günlerde kendi şirketlerinden, rakip şirketin kadrosuna geçen satış temsilcilerinden yakınıyordu. Bu işi her yönüyle kendi şirketlerinde öğrendiklerini, çevrelerini bu sayede yaptıklarını söylüyor ve şimdi ise rakip şirkete geçen bu kişilerin müşterilerle daha önceden mevcut ilişkilerini kullanarak kendilerinden avantajlı bir duruma geldiklerinden bahsediyordu. Bu kişilerin işlerinden neden ayrıldıkları, sorunların veya sorunlarının ne oldukları muhtemelen yönetimce bilinmiyordur ve aynı zamanda pek önemsenmiyordur, dinlenmiyordur. Burada da satış temsilcileri bize şirketin yönetimi, kalitesi ve itibarı hakkında genel bir fikir veriyor. Üst yönetim, belki çok basit veya çözümü kolay önemli bir sorun yüzünden rakip şirketlere satış elemanlarını kaptırdıklarında gerçekten ne kaybettiklerinin hesaplarını yapıyorlar mı acaba veya nasıl hesap veriyorlar? Eski, deneyimli çalışanını kaybetmenin maliyetleri artı yeni çalışanın maliyetleri bonus olarak ta eski çalışanınızın sizin müşterilerinizden yeni şirketine aktardığı pay, kaybettiğiniz pazar. Bunlara daha da ekleyebilirsiniz, buyurun hesap edin. Rekabetin çok fazla olduğu bu sektörde bol sıfırlı pazarlama bütçeleriyle yaratılabilen çalışan bağlılığı bu mudur? Müşteriler, genellikle ve çoğunlukla karşısındaki satışçı kişiyi muhatap gördüğünden, eğer kişi tabir yerindeyse iş bitirici bir kişi ise, satışçı rakip şirkete geçtiğinde eski müşterilerini de yeni şirketine çekmektedir. Şimdi satışçı, müşterinin karşısında sizi mi temsil ediyor yoksa kendisini mi? Sonuçta şirket boşalan kadroları hemen dolduracak ve yeni hedeflerle, kotalarla yoluna devam edecektir. Peki, bundan sonra her şey eskisi gibi mi olacak? Bazı sesler insana uzaktan hoş geliyor…

03 Haziran 2006

Benzinliklerde promosyon furyası

Bir dönem gazetelerde yaşanan promosyon çılgınlığına şahit olmuştuk. Şimdi ise sanki böyle bir dönem benzin istasyonlarında başlıyor. Ne diyelim bekleyip göreceğiz. Bakalım kitap, ansiklopedi, belgesel cd’si vb. vererek en kültürlü benzin istasyonumuz hangisi olacak? Ya da lastik, müzik çalar, tv vb. ile en popüleri hangisi olacak. Gazetelerin yaşadığı bu dönemden benzinciler geçer mi geçmez mi bilinmez ama alınması gereken dersler unutulmamalı diye düşünüyorum. Promosyon rekabetin çok arttığı (havaların bozulduğu) zamanlarlarda sığınılacak bir liman mı yoksa? Tüketiciler “Kaptan hareket ne zaman?” diye soracaktır kısa bir süre sonra, merak etmeyin…

İtibar adlı beygir üçüncü koşuda sonuncu oldu…

TJK (Türkiye Jokey Kulübü), yeni reklam kampanyası, lobi faaliyetleri ve oyunları internet kanalına taşıyarak iddaa ve diğer şanş oyunlarına kaptırdığı payı geri almaya ve aynı zamanda at yarışlarına olan talebi artırmaya, kendi pazarını büyütmeye çalışıyor. Peki insanların at yarışları hakkında ne düşündükleri biliniyor mu ve bunun için ne yapılıyor? Genel olarak toplumda at yarışlarında oyun-şaibe vb. olduğuna yönelik bir algılama ve izlemin bulunmaktadır. Bu algılama ortadan kaldırılmadan yapılacak tüm pazarlama faaliyetleri geçici bir etki yaratmaz mı? Ya sonrası… Kimtutarseni...

Google yeni piyasalarda “zoorlanıyor”

Google sizce her alanda başarılı olabilir mi?

Hürriyet gazetesinde bir araştırma şirketinin verilerine yer verilmiş. Buna göre, Arama piyasasında, Google %47.4, Yahoo %16, Msn %11.5, E-posta piyasasında ise Google %2.54, Yahoo %42.4, Msn Hotmail %22.9 paya sahip. Haberde ayrıca şu şekilde belirtiliyor: “BBC, MSNBC ve CNN gibi oldukça iddialı haber kaynaklarının geride bırakan Yahoo, bu alanda 6.3 gibi ciddi bir paya sahip. Google ise haber hizmetlerinde, 1.9 gibi oldukça düşük bir payla beşinci sırada yer alıyor. Finans ise Yahoo’nun domine ettiği bir başka piyasa olarak dikkat çekiyor. Bu alanda yüzde 34.9 gibi çok yüksek bir paya sahip olan Yahoo’nun en yakın takipçisi olarak, yüzde 13.4 ile MSN Money hizmeti öne çıkıyor. Google’ın finans hizmeti ise yüzde 0.29’luk bir payla oldukça gerilerde; 40. sırada yer alıyor.”

Google her yerde

Mediacat dergisinde yayınlanan, Google ile ilgili farklı bir konudaki diğer bir haber ise “Google televizyon reklamlarının satışlarında.” başlığını taşıyor ve şu şekilde devam ediyor: “Google kurucu ortaklarından Sergey Brin, dünyada liderliği tartışmasız olan arama motorunun reklam alım-satımları için halihazırdaki online açık arttırma sistemini televizyon ve diğer medya platformlarındaki reklamlara yönelik biçimde geliştirmekte olduğunu bildirdi.”

Bunlar sadece rastladığım iki haber. Google’ın, görünen o ki, yakın zamanda girmediği ve el atmadığı sektör kalmayacak. Peki Google girdiği her alanda başarılı olabilir mi? Bence büyük ihtimalle olamayacak. Şimdi, arama motoru olarak ortaya çıkan ve bu piyasada çok başarılı olan Google’ın, farklı alanlara da girmesi ve bunlardan bazılarında başarısız olması sonucu, ana faaliyet alanında başarılı olmasına karşın, başarısız olmuş algısı yaratmaz mı? Bunun marka ve marka değeri üzerinde etkisi olumsuz olmaz mı? Bütün bu ve buna benzer soruların cevaplarını zaman içerisinde göreceğiz. Bu arada Google’ın izlediği genel stratejinin de, ABD’nin ki ile benzer olduğunu düşünüyorum. Her yerde, her sektörde, her işte, her …’da var olmak.